[twitter: @aniketus]

Sessiz ve amansız savaş devam ediyor, Türkiye’nin dik kafalı Basklıları ile başkent İstanbul’un eski ve yeni kraliyet hanedanları arasında.

Eski ve yeni rejim arasındaki geçici didişmenin ve iktidar mücadelesinin yarattığı tesadüfi bir fırsatla 30 yıllık bir hesabı kapatma imkanı yakalayan Trabzonspor inflatable water park camiası için, en azından Türkiye’de rüzgar tersine dönmüş durumda. Trabzonspor şövalyeleri son birkaç hafta itibarı ile hem eski rejimin kompradorlarına, hem de müstakbel yeni rejimin ağalarına karşı iki ayrı cephede birden savaşmak durumunda.

Yeni rejim unsurlarının da ani bir manevrayla Trabzonspor’u direkt hedef tahtasına koyması, son haftalarda oluşan zincirleme reaksiyonların bir sonucu.

Mahkeme kararı ile birlikte bütün kozları elinde toplayan Trabzonspor yönetimi, mülayim ve pasif konumunu terk etmesi yönünde kendi tabanından yükselen baskılara daha fazla direnemedi ve doğrudan başkanın ağzından bu işin peşini bırakmayacağını deklare etmek zorunda kaldı. Yeni egemenler açısından buraya kadar olan kısmı kabul edilebilirdi belki, ancak bu çıkışın satır aralarındaki iki ayrı detay, karşı cenahda “kasus belli” ayarında bir tepkimeye yol açtı. Bunlardan ilki, davanın AIHM de dahil olmak üzere uluslararası platformlara tanışacağı yönünde açık ve net bir ultimatom verilmesiydi. 2020 olimpiyatlarına talip olmaya niyetli yeni rejim, bu tür bir sınır ötesi hamlenin yaratacağı kalıcı hasarları gördü ve rahatsız edici bu meydan okumadan hiç hoşlanmadı. İkincisi ise; Emre Belözoğlu davasının da peşinin bırakılmayacağı ve uluslararası arenaya taşınacağının açıklanmasıydı ki bu da son derece rahatsız edici bir meydan okumaydı ve üstelik yeni rejimin Pensilvanya kanadının da hoşuna gitmeyecek bir dik kafalılıktı. Bu iki tehdit yeni rejimin tüm paydaşları ile Trabzonspor yönetimini hedef tahtasına koyması için yeterli oldu. Yeni rejime bağlı medya gücünün beklenen refleksle harekete geçmesi ve bunun için gerekli yerlerden gerekli işaretleri alması 1 hafta bile sürmedi. İlerleyen haftalarda, medya kalemşörleri aracılığı ile Trabzonspor camiasından açık “kelle talebi” artan oranda pervasızlaşarak sürebilir. Yeni açılan bu DOĞU cephesinde Trabzonspor taraftarının görevi, Sadri Şener yönetimini -süreç boyunca sergiledikleri tüm zaafiyetlerin hesabını erteleyerek- şimdilik koşulsuz şartsız desteklemek, ite çakala yem etmemek olmalıdır.

30 senedir, sıcak, soğuk aralıksız savaş halinde olduğumuz BATI cephesi ise bizim asıl savaş meydanımız. Trabzonspor camiası olarak bu cephede de eski rejiminin kalıntılarıyla, yani devleti 90 senedir fiilen yönetmekte olan erguvani, komprador, beyaz türk elitlerle ve onların medya güçleriyle savaşıyoruz. Trabzonspor taraftarları bilmelidir ki asıl zorlu cephe bu cephedir. Cumhuriyet’in Osmanlı’dan, Osmanlı’nın da Bizans’dan miras aldığı hilekar bir derin devlet geleneğidir bu cephede Trabzonspor camiasının -pek de farkında olmadan- kafa tuttuğu. Karşımızdaki öylesine şeytani ve sinsi bir gelenektir ki, bunları en iyi özetleyen Seyit Rıza’nın o meşhur “Ben sizin yalanlarınızla baş edemedim, bu bana dert olsun. Ama ben de sizin önünüzde diz çökmedim, bu da size dert olsun” sözü; hayal kırıklığı içeren muhtemel bir sonuçta, Trabzonspor taraftarı için de çerçeveletilip duvara asılabilecek kadar geçerli bir deyiş olacaktır.

Her iki cephede birden zafer kazanmak; tüm geç kalmış hamlelere rağmen hala mümkündür ve inisiyatif tamamen Trabzonspor camiasının ellerindedir. Trabzonspor’un davanın kendisinden bağımsız en güçlü kozları, kulüplerine “milli takım” sadakati ile bağlı ikinci nesil yetişmiş taraftar kitlesi ve bu kitlenin kullanımına açık modern iletişim imkanlarıdır. Devam etmekte olan bu mücadelede, Trabzonspor’un cesur şövalyeleri; aynı anda her biri yedi başlı bir çift ejderhayla savaştıklarının bilincinde olmalıdırlar. 90 senedir her başkaldırışa karşı; psikolojik harekatın en adi yollarını kullanmakta mahir olan bu gelenek, en kutsal simgelerinden birini yerle yeksan eden itaatsiz, isyankar Trabzonspor’a karşı da benzer yöntemleri kullanmaktadır. Bu bilinçle, özellikle eski egemenlere bağlı medyanın her haberi, her maniplasyon girişimi tersinden okunmalı, tersinden yorumlanmalıdır.

Basit bir örnekle; eğer Trabzonspor taraftarlarının bir kampanyasının ya da eyleminin UEFA nezdinde çok etkili olduğunu yazıyorlarsa, hemen o eylem şekli terk edilmeli ve yeni bir yöntem bulunmalıdır. Eğer etkili olmadığını ya da işe yaramadığını yazıyorlarsa, bilinmelidir ki etkili olmuştur, devam edilmeli ve o yöntemde ısrar edilmelidir. Yine aynı formülle; “FIFA olaya el koydu” ya da “UEFA işin takipçisi” gibi birinci elden kaynağı belirsiz rivayet haberlere temkinli yaklaşılmalı, bu tür haberlerin şike karşıtı gönüllülere zaman kaybettirmek, onları gevşetmek, etkisizleştirmek amaçlı olabileceği göz ardı edilmemelidir. Özellikle bu tür “gevşetme” ve “soğutma” haberlerinin ardından kontra enformasyon taarruzu azatılmamalı, aksine daha da yoğunlaştırılarak artırılmalıdır.

Birkaç adrese odaklamış “copy letter” taarruzları yerine; mümkün olduğu kadar çok farklı ülkelerdeki farklı adresleri farklı belge ve dökümanlarla beslemek çok daha etkili olacaktır. Yine basit bir örnekle; copy ile çoğaltılan bir standart bir bilgilendirme mektubunu 5001. kişi olarak aynı UEFA e-mail adresine göndermek yerine, aynı mektubu -örneğin- Norveç’de tanıdığınız bir arkadaşınıza göndermeniz ve ondan bu mektubu kendi adres listesiyle paylaşmasını rica etmeniz çok daha fazla katkı sağlayacaktır. Aynı şekilde farklı ülkelerdeki gazetelere, gazetecilere, medya kuruluşlarına, hukuk bürolarına, bahis şirketlerine, futbol birliklerine, ilgili interpol masalarına, taraftar gruplarına, ülke federasyonlarına yaygınlaştırılacak olan enformasyon taarruzu; kısa bir sürede UEFA’ya yönelik uluslararası baskı ve sorgulama şeklinde meyvalarını verecektir. Böylece UEFA kadroları içinde, şike lobisine angaje olmuş muhtemel bireysel unsurların da eli kolu bağlanmış olacaktır.

Trabzonspor’un gönüllü enformasyon savaşçıları şunu peşinen bilmelidirler ki, mevcut kulüp yönetimimizin vizyonu ve çapı yukarıdaki fotoğrafın ötesinde değildir ve kesinlikle bu süreci yönetebilecek stratejik derinlikten, birikimden yoksundur. Daha önce de defalarca vurguladığımız gibi, bu mücadele ancak ikinci nesil yetişmiş insan gücümüzün günüllü ve örgütlü mücadelesi ile kazanılabilir. Bugüne dek bölük pörçük, kara düzen yürütülen mücadelenin sürece katkısı ve etkisi bile ciddi boyutlardadır. Bu da mücadelenin daha örgütlü ve sistematik olarak yükseltilerek devam ettirilmesi gerekliliğini ortaya koymaktadır.

Peki, kimdir tarif ettiğimiz ikinci nesil yetişmiş insan gücümüz?

Sensin eyy okur, sensin! Bu yazıya internet üzerinde ulaşabildiğine ve bu paragrafa kadar da okuyabildiğine göre, tarif edilen yetişmiş insan gücümüz sensin. Bu görev; seneler sonra, bugünlere dair torunlarına vermekle yükümlü olduğun hesabın görevidir.

Bir ofisin varsa, 3-4 copy e-mail gönderip, “görevimi yaptım, şimdi kahvemi içeyim” demeyeceksin. Maddi imkanın var ise öncelikle kargo ile göndereceksin, yok ise faks imkanını zorlayacaksın. Herkesin gönderdiği yere değil, hiç kimsenin göndermediği yerleri bulup oralara göndereceksin. Gönderdiğin adresi diğer gönüllülerle de paylaşacaksın ki, onlar da aynı yeri ikinci kez rahatsız edip irrite etmeyecekler. Özet bilgilendirme mektuplarını, mahkeme kararlarını, tapeleri, videoları, iddianameleri, ek klasörleri, siyasi müdahale demeçlerini, 1.etik kurul raporunu göndereceksin. Gazetelere, gazetecilere, medya kuruluşlarına, taraftar gruplarına, spor hukuku kurumlarına, ülke federasyonlarına göndereceksin. Beş kıtadaki tüm futbol ülkelerine göndereceksin.

Ve seneler sonra, torunlarına bugünleri anlatıyorken “O gün onların arasında ben de vardım, benim de payım var!” diyeceksin, gururla..

Hayden!

YAZIYI PAYLAŞ

Leave a Reply

Your email address will not be published.

You may use these HTML tags and attributes: <a href="" title=""> <abbr title=""> <acronym title=""> <b> <blockquote cite=""> <cite> <code> <del datetime=""> <em> <i> <q cite=""> <strike> <strong>

Previous Post
«